Matem tutuyorsam / evimi
kaybettiğim ve başımı koyacak biryerim olmadığı
için değildir asımda (benim de kısmen hatam olsa bunda)
kelimelerle dolu olduğu içindir içim
katlanılmaz yük oldu kelimeler, sözler, anlatmak istediklerim
hazırdırlar uzun zamandan beri ancak çıkamıyorlar ki içimden
duymuyorsun ki artık sen insanca konuşmaları. Anestis
Evangelou, “Kovulmanın Tarifi” (1960)
0 Temmuz ayından sonra hiçbir umudum kalmamıştı. Kömür ocağının kurumuş, kış uykusuna dalmış sivri uçlu alevlerini artık görmeyecektim. Yani Girne’yi de göremeyecektim bir daha.
İşte bu nedenle, o korkunç kaçış gecesinden kurtulmuş olan ne kadar eski fotoğraf varsa, onları bir bir karıştırmaya başladım. Politikacıların kotardıkları planlar bugün hâlâ korkularımı doğruluyor. Hayalimde kömür ocağı, elleri arkasına bağlı başka galaksilere, başka dünyalara doğru sürükleniyor. Feci bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Bunları düşünürken kapı tokmağı, bir kuş gagalıyormuş gibi, tak tak
vuruyor…
Açıyorum, kapı eşiğinde annem. Kömür ocağı ile birlikte o da kaybolmuştu o savaş günlerinde.. Onu bir daha göremeyeceğimi sanıyordum. Ama işte şimdi karşımda duruyor. İyice kamburlaşmış, gecenin ölüm yürüyüşünde boyu santim santim kısalmış. Buruşmuş göz kapaklarının altında, fark edebildiğim kadarıyla, öfkeli gözleri korkutuyor beni.
“Kömür ocağına gel benimle göresin” diyor bana. Hiçbir şey söylemeden onutakip ediyorum. Paslanmış demir bahçe kapısını, evimizi kömür ocağından ayıran gancelliyi, güç sarf ederek açıyor ve ilerliyoruz. İstediği yere varıyoruz. Sert bir sesle: “Burada biraz bekle, dur gitme, biraz sonra yine buradan geçecekler” diyor bana. Daha içeriye çekilerek, bir kireçtaşına oturuyor ve ağlamaya başlıyor.
Karanlık görüntüsünün ötesinde boğuk titreşimler işitiliyor. Kömür ocağının ağzı hafif hafif ışıldıyor. Ateşten diller yukarıya doğru fırlıyor ve azgınlaşarak saldırıya geçiyor. Kömür ocağı göz açıp kapayıncaya dek sarsılıyor ve alevler içinde kalıyor! Taşlar birer birer, çatır çatır genleşiyor, çatlıyor ve patlıyorlar. Parçalar gelişigüzel etrafa saçılıyor, alnıma çarpıyor, yüzüm kanlar içinde kalıyor. Onu kaybetmeden bir yıl önce mezuniyetim için işlediği aspirin beyazlığındaki mendili cebimden çıkarıp, başımı sarıyorum.
Yer yerinden sarsılıyor, ama o hiç kıpırdamıyor. Oturduğu yerde yontulmuş mermere benziyor. Kirecin içine dökülen göz yaşları köpürüyor ve talaş altından durmadan akarak yol kenarındaki akarlardan Lefkoşa’ya, Atina’ya, hatta daha uzaklara varıyor.
Yürüyüp oradan ayrılmak isterken beyaz mendil beni ele veriyor. “Kireci üzerime savuruyorsun” diye tuhafbir çığlık atıyor ve beni korkutuyor. Bana sesini yükseltmesine hiçbir zaman dayanamazdım. Ancak suçluluk duygusuyla susmayı yeğliyorum.
“Niye konuşmuyorsun?” diye soruyor. “Her birini teker teker yakından tanıyorum. Çeşit çeşit paralı askerler geçti buradan. Artakserxes’in* aynısıydı bunlardan biri. Tıpa tıp Hun İmparatoru’na benziyordu bir diğeri, elinde kılıcı. Bunca yüzyıl geçti, ama onları çok iyi hatırlıyorum. Sen neden unutuyorsun onları? Şimdi maske takmış oldukları için mi?
Yürüyüp gitmek istiyorum yine. Beni kolumdan yakalıyor. “Üzgünüm” diyor, “kapını bir daha çalmayacağım. Nasıl istiyorsan öyle yap”.
Hiçbir Şey, Hiçbir Şey, 2003
* Gamini – Kıbrıslıların konuşma dilinde “kömür ocağı”.
*Artakserxes: 5. Pers kıralı (M.Ö. 465-424).